Friday, October 20, 2006

IDARI YARGILAMA HUKUKUNDAN KARAR ORNEKLERI

1.1.4. İdari Yargı Kararlarının Yerine Getirilmesinde Sorumluluk
Yargı kararlarını kasten yerine getirmeyen kamu görevlisi suç işlemiş sayılır. Zira Anayasaya gereğince; yargı kararlarının uygulanmaması bir yana, geciktirilmesi bile yasaktır. Bu bağlamda, yargı kararlarının uygulanmaması kamu görevlisinin tazminat ile sorumlu tutulması için yeterli kabul edilmiştir. Sorumluluk için ayrıca kin, garez, düşmanlık vb. duyguların varlığının ispatına gerek bulunmamaktadır. Zaten, kişisel kusurun saptanması için sayılan duyguların etkisi altında davranıldığının tespiti uygulamada büyük güçlükler doğurur. Böyle bir görüşün kabulü halinde karar gereğini yerine getirmeyen görevlinin hukuki sorumluluğu ancak pek sınırlı durumlarda mümkün olabilecek ve böylece Danıştay kararlarının uygulanması olanağı hemen hemen ortadan kalkabilecektir. Bu nedenle, yargı kararlarında kamu görevlisinin kişisel sorumluluğuna hükmedebilmek için kin, garaz, düşmanlık ve benzeri duyguların varlığının araştırılmasına gerek olmadığı yönünde içtihat birliği hasıl olmuştur.

KARAR SIRA NO : 46 Yargı Kararını Uygulamayan Kamu Görevlisinin Sorumluluğu
Anayasanın 138’inci maddesinde, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu belirtildikten başka, kararların değiştirilemeyeceği ve uygulamasının da geciktirilemeyeceği yer almış bulunmaktadır. Yine bu bağlamda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28’inci maddesinde de, mahkeme kararlarını 30 gün içinde uygulamayan kamu görevlileri hakkında tazminat davası açılabileceği ifade edilmiştir. Açıklanan bu yasal düzenlemeye paralel olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 24.09.1979 gün ve 7/2 sayılı kararında da, yargı kararını yerine getirmeyen kamu görevlisinin hukuki sorumluluğu bulunduğuna işaret edilmiştir. Bu kararın uygulanmaması durumunda, uygulamayan kamu görevlisinin kin, garez, kasıt gibi kusurlarının varlığının aranması gerekmez. Diğer bir anlatımla zarar gören, davalının kasten uygulamadığını kanıtlamakla yükümlü olmadığı gibi davalı da kastının bulunmadığını kanıtlamakla sorumluluktan kurtulamaz.

Somut olayda, davacı tarafından alınan idari yargı kararlarının uygulanmadığı tartışmasızdır. Tartışmalı olan yön davanın kamu kurumu olan belediye aleyhine mi, yoksa kararı uygulamayan kamu görevlileri aleyhine mi yöneltileceği noktasında toplanmaktadır. Yukarıya alınan Anayasal ve yasal düzenlemeler davanın idare aleyhine açılabileceği gibi, kamu görevlisi aleyhine de açılabileceğini öngörmektedir. Davacı isterse, idari yargı yerinde kurum aleyhine de dava açabilir.
Yargıtay 4.HD., Tarih, 09.06.1999; E.1999/3555; K.1999/5498
Yargıtay Kararları Dergisi, C.25, S.11, Kasım 1999, s.1519-1521

İdari yargı yerlerince verilen Yürütmenin Durdurulması kararlarını uygulamayan kamu görevlisi hakkında adli mahkemelerde tazminat davası açılabilecektir. Açılan bu davalarda kişisel kusurun varlığının tespiti için İdari yargıda konuyla ilgili olarak iptal kararının verilmesinin beklenip beklenmeyeceği bir sorun olarak ortaya çıkabilir. Diğer bir ifadeyle, iptal kararı “bekletici sorun” sayılarak, kamu personelinin sorumluluğuna hükmedebilmek için, yürütülmesi durdurulan idari kararın, iptali de beklenecek midir? İdari yargı yerlerince verilen yürütmenin durdurulması kararları, diğer kararlar gibi bir yargı kararı olduğundan sadece bu karara uymamak sorumluluk için yeterlidir. Ayrıca, iptal kararının verilmesini beklemeye gerek yoktur. Yapılan yargılama sonunda yürütülmesinin durdurulmasına karar verilen idari işlemin hukuka uygun olduğu anlaşılsa ve iptal kararı verilmese bile yürütmenin durdurulması kararını uygulamayan kamu görevlisinin sorumluluğu ortadan kalkmaz ve yine yargı kararını uygulamama sorumluluğu altına girmiş olur. Yargıtay ve Danıştay tarafından bu yönde verilen kararlar 1979 yılından bu yana istikrarlı hale gelmiştir.

Konuyla ilgili Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı önemine binaen aşağıya alınmıştır. Zira çoğu yargı kararında, bu karara atıf bulunmaktadır.

KARAR SIRA NO : 47 Danıştay Kararlarının Uygulanmaması
1-Danıştay’ca verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının yalnızca uygulanmaması, bu kararları uygulamayan Kamu görevlilerinin tazminatla sorumlu tutulması için yeterlidir. Sorumluluk için ayrıca kin, garaz, husumet, ve benzeri duyguların etkisi altında hareket etmelerinin araştırılması gerekmez.

2-Yürütmenin durdurulması kararını yerine getirmeyen kamu görevlisinin hukuki sorumluluğu yönüne gidilebilmesi için, ilgilinin açmış olduğu iptal davası sonucunun beklenmesine gerek yoktur.

Danıştay’ca verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının yalnızca uygulanmamasının bu kararları uygulamayan kamu görevlilerinin tazminatla sorumlu tutulması için yeterli olup olmadığı, sorumluluk için ayrıca kin, garaz, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket etmelerinin araştırılmasına gerek bulunup bulunmadığı;

Yürütmenin durdurulması kararını yerine getirmeyen kamu görevlisinin hukuki sorumluluğu yönüne gidilebilmesi için, ilgilinin açmış olduğu iptal davası sonucunun beklenmesine gerek olup olmadığı, diğer bir deyimle, ancak iptal davasının davacı lehine sonuçlanması halinde mi tazminata hükmedileceği,

Konularında, Hukuk ve Ceza Genel Kurulları ile Dördüncü Hukuk dairesi Kararları arasında çıkan uyuşmazlığın giderilmesi ... istenilmiş, ... kararlar arasında uyuşmazlık bulunduğu oyçokluğu ile kararlaştırılmış olmakla, işin esası görüşüldü:

... Danıştay’ca verilen kararların, bir ayrım yapılmaksızın uygulanması zorunluluğu bu şekilde benimsendikten sonra, Danıştay kararını uygulamayan kamu görevlisinin hangi koşullarla sorumluluğu yönüne gidilebileceği, diğer bir deyimle kişisel kusurun hangi hallerde gerçekleşeceği konusu üzerinde durulmuştur.

Kişisel Kusur; “İdare ajanının kamu görevini yerine getirirken, idare fonksiyonu, kamu görevi gerek ve koşullarına aykırı ve yabancı olan, bu nedenle idareye atıf ve isnat olunamayan, doğrudan doğruya ajanın şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu gerektiren tutum ve davranışı” olarak tanımlanmaktadır. (Prof Dr. Ragıp Sarıca İdari Kaza, İstanbul 1949, s.389; Prof. Dr. Haluk Tandoğan Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara, 1961, s.142.)

İdare ajanının ızrar kastıyla, garaz, kin, husumet, kıskançlık, intikam ve benzeri duyguların etkisi altında yaptığı işlem ve eylemlerde kişisel kusurun bulunduğu kuşkusuzdur. Ancak kişisel kusurlar sayılan bu davranışlar ve benzerlerinden ibaret değildir. İdare adına işlem yapan kamu görevlisinin bunlar dışında, emredici yasa kurallarına ve hukuka açıkça karşı gelme durumları, suç teşkil eden davranışları olabilir. Bu gibi hallerde de kamu görevlisinin hukuki sorumluluğu için husumet, kin, garaz ve benzeri duyguların etkisi altında hareket etmesi aranacak mıdır?

Yukarıda da açıklandığı gibi Anayasa kuralları, buyurucu ve bağlayıcı temel hukuk kurallarıdır. Mahkeme kararlarının geciktirilmeden yerine getirilmesi zorunludur. İnsan hak ve özgürlüklerini, sosyal adaleti, toplumun huzur ve refahını gerçekleş-tirmeyi ve güvence altına almayı amaçlamış demokratik bir hukuk devletinde, açıklanan Anayasa ve yasa kurallarına rağmen bir mahkeme kararının yerine getirilmemesi düşünülemez. Aksi halde bu yasa kuralları kağıt üzerinde kalmaya zorunlu, değersiz sözcükler olmaktan öteye geçemez.

Mahkeme kararlarının yerine getirilmesi, bir hukuk devletinde o kadar önemlidir ki, mahkeme kararının yerine getirilmemesi kanuna aykırı davranıştan daha ağır bir kusur kabul edilmektedir. (Prof. Dr. Ragıp Sarıca, İdari Kaza, İstanbul 1949, s.233; Dr. Necdet Özdemir, Hizmet Kusuru Teorisi ve İdarenin Sorumluluğu, Ankara 1963, s.80.)

Bir Bakan ya da Danıştay kararlarını uygulama durumunda bulunan diğer kamu görevlilerinin yukarıda açıklanan yasal kuralları bilmedikleri ileri sürülemez. Öyleyse; açık, kesin ve emredici yasa kurallarına bilerek aykırı davranış da kişisel kusur kabul edilmek gerekir.

Doktrinde de kişisel kusurun alanı yalnız kötü maksat ve niyetle sınırlandırılmayıp ihmal, tedbirsizlik, dikkatsizlik gibi haller kişisel kusur kavramı içinde düşünülmekte ve özellikle idare adına işlem yapan kişinin sorumluluğu konusunda çoğunluk görüşü yargı kararlarının sadece uygulanmamasını idare ajanının kişisel kusuru saymaktadır. (Yıldırım Üler, İdari Yargıda İptal Kararlarının Sonuçları, Ankara 1970, s.128 ve dipnotta geçen Sarıca, Duran, Feyzioğlu, Özyörük, Özkol, Yayla, Mumcu ve yine burada sözü edilen Fransız yazarlarının görüşleri, ayrıca, Lütfi Duran, İdare Hukuku Meseleleri, İstanbul 1964, s.123 ve Dr. Necdet Özdemir, Hizmet Kusuru Teorisi ve İdarenin Sorumluluğu, Ankara 1963, s.129-130)

Danıştay’ca verilen yürütmenin durdurulması kararlarının yerine getirilmesinde ihmal gösterilmesi veya ısrarla yerine getirilmesinden kaçınılması derece derece görevi savsamak veya görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu Yargıtay Ceza Genel Kurulunun İçtihadı Birleştirmeye konu olan 25.09.1978 gün ve 230/303 sayılı kararında benimsenmiştir.

Danıştay kararlarını yerine getirmeyen idare ajanlarının bu eylemlerinin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu Danıştay İkinci Dairesinin 10.05.1966 gün ve E.1965/2884, K.1966/1203 sayılı kararı ile de kabul edilmiştir. (Yüksel Esin-Erol Dündar, Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları, Birinci Kitap 1971, s.81)

Görülüyor ki, Yargıtay ve Danıştay Kararlarında, suçun oluşması için Danıştay kararını yerine getirmeyen kamu görevlisinin ayrıca garaz, kin, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket etmesi aranmamaktadır. Sadece kararın uygulanmaması suç teşkil ettiğine göre bu suçtan bir zarar meydana gelmişse, zararın ödetilmesi de doğaldır.

Öte yandan, kişisel kusurun saptanması için sayılan duyguların etkisi altında davranıldığının belirlenip ortaya çıkarılmasında isabet yönünden büyük güçlükler vardır. Böyle bir görüşün kabulü halinde karar gereğini yerine getirmeyen görevlinin hukuki sorumluluğu ancak pek sınırlı durumlarda mümkün olabilecek ve böylece Danıştay kararlarının uygulanması olanağı hemen hemen ortadan kalkabilecektir.

Bu nedenlerle Danıştay’ca verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının yalnızca uygulanmamasının bu kararları uygulamayan kamu görevlilerinin, zararın gerçekleşmesi halinde tazminatla sorumlu tutulması için yeterli olduğu, sorumluluk için ayrıca kin, garaz, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket ettiklerinin araştırılmasına gerek bulunmadığı kabul edilmiştir.

İçtihatların birleştirilmesine konu olan ikinci husus, ilgili tarafından Danıştay’da açılan iptal davasının, yürütmenin durdurulması kararını yerine getirmeyen kamu görevlisi hakkında adliye mahkemelerinde açılmış bulunan tazminat davası için bekletici sorun sayılması gerekip gerekmediği konusudur.

Tazminat davasının iptal davası sonucuna kadar bekletilmesi gerektiğine ilişkin görüşün gerekçesi dört noktada toplanmaktadır: 1-Yürütmenin durdurulması kararları, idarece yapılan işlemin uygulanmasının dava sonucuna kadar ertelenmesini öngören ara kararlardır. İptal kararları ise uyuşmazlığı kesin olarak çözen, kesin hüküm teşkil eden ve işlemi ortadan kaldıran kararlardır. Bu itibarla iptal kararları ile yürütmenin durdurulması kararları arasında fark vardır. Yürütmenin durdurulması kararları koruyucu önlem niteliğinde ara karar olduğu için haklıyı haksızı ayırmaz. Böyle bir karara rağmen açılmış bulunan iptal davası sonuçta reddedilebilir. Onun için yürütmenin durdurulması kararlarının yerine getirilmemesi anında bir zararın olduğundan söz edilemez. Ancak iptal kararı verilmesi halinde maddi ve manevi zararın nitelik ve kapsamı belli olacaktır. Henüz zarar doğmadan bir kimsenin tazminat yükümlülüğü ile karşı karşıya bırakılması hukukun üstünlüğü ilkesiyle de bağdaşmaz. İptal davasının reddi halinde, iptali dava edilen idare işleminin hukuka ve yasaya uygun olduğu gerçekleşmiş olur. Bu durumda ise, yürütmenin durdurulması kararının yerine getirilmemesi suretiyle sabit olan hukuka aykırı davranış ile doğduğu ileri sürülen zarar arasında uygun sebep sonuç bağı yok demektir ve artık kamu görevlisinin tazminatla sorumlu tutulması da söz konusu olamaz. 2- Danıştay Kanununun 94’üncü maddesi uyarınca, yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için teminat alınmaktadır. Bu teminat, ileride iptal davasının reddi halinde idarenin uğradığı zararın teminattan karşılanması amacını gütmektedir. Öyle ise, iptal davasının sonucu beklenmelidir. 3- Yürütmenin durdurulması kararı uygulansa idi, o takdirde açtığı iptal davasında haksız çıkan davacının mal varlığı idare aleyhine artacak idi. Mal varlığının haksız olarak artacağı hallerde ise bu artışa velev ki hukuka aykırı bir eylemle (yürütmenin durdurulması kararını uygulamamak suretiyle) engel olan kamu görevlisi tazminat ödeme yükümlülüğü altına sokulamaz. 4- Danıştay 5’inci Dairesi de 03.12.1969 gün 1968/5483 Esas, 1969/4297 Karar sayılı ilamında iptal davasının kabulü ve idare işleminin iptali halinde, bir tek tazminat isteğinin ileri sürülebileceği, hem yürütmenin durdurulması hem de iptal kararının uygulanmaması nedeniyle ayrı ayrı isteğin söz konusu olamayacağını kabul etmiştir. Bu da iptal davası sonucunun beklenmesi gerektiği görüşünü doğrulamaktadır.

Bu gerekçeler aşağıda sırasıyla belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir:

1- İptal kararları uyuşmazlığı kesin olarak çözen, idari işlemi ortadan kaldıran ve kesin hüküm teşkil eden kararlardır. Yürütmenin durdurulması kararları bu nitelikte olmamakla beraber iptal kararları ile ortak yanları vardır. Yürütmenin durdurulması kararları gibi geriye yürür ve ileriye de yöneliktir. Böylece bu kararlar, dava konusu tasarrufun ve ona bağlı olarak yapılan işlemlerin durdurulmasının ve yapıldıkları andan önceki hukuki durumun yürürlüğünü sağladığı gibi bu durumun korunmasını ve devamını da gerekli kılar. Yine bu kararlara da iptal kararları gibi idare uymak zorundadır. Ancak iptal kararları dava konusu idari işlemin mevzuata ve hukuka aykırılığını tespit edip idareye hitap eden bir emir ve direktifi içermediği halde yürütmenin durdurulması kararlarında bir emir ve direktif yer almaktadır.

Bu açıklamalardan çıkan sonuca göre, yürütmenin durdurulması kararları iptal davası sonucuna kadar dava konusu işlemin uygulanmasını erteleyen ve işlemin yapılmasından önceki hukuki durumun geri gelmesini sağlayan kararlardır. İptal davasının sonuçlanması üzerine bu tür kararlar ortadan kalkar. Hal böyle olunca iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlükte bulunan yürütmenin durdurulması kararının yerine getirilmemesi nedeniyle bir zarar gerçekleşirse bu zararın ödetilmesi zorunludur. İptal davasının reddedilmesi o tarihe kadar meydana gelen zararın ödetilmesine engel teşkil etmez. Zira, zarar idari işlemin hukuka aykırılığından değil, Danıştay kararının uygulanmamasından doğmuştur. Burada yapılan idare işleminin hukuka uygun olup olmadığının araştırılması değildir. Bu tazminat davasının dayanağı Anayasanın 132’nci maddesi ile Borçlar Kanunun haksız eyleme ilişkin 41 ve ondan sonra gelen maddeleridir. İdari işlemin hukuka aykırılığından doğan tazminat davasının dayanağı ise Anayasanın 114/son ve Danıştay Kanununun 71’inci maddesidir. Gerçekten Anayasanın 114’üncü maddesinin son fıkrasında “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” Ve Danıştay Kanununun 71’inci maddesinde “İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’da tam yargı ve iptal davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu dava üzerine işlemin iptali halinde bu husustaki kararın tebliği tarihinden itibaren doksan gün içinde tam yargı davası açabilirler” hükümler yer almıştır. Kuşkusuz bu hükümler idare aleyhine açılacak davalara ilişkindir. Ancak idari işlemi yapanın kişisel kusuru varsa, ilgili bu kişiye karşı adliye mahkemelerinde tazminat davası da açabilir. İşte böyle bir dava açıldığında iptal davası sonucunun beklenmesi zorunludur. Çünkü iptal davasının reddi halinde yapılan işlemin hukuka uygunluğu gerçekleşmiş olur ve bu durumda kamu görevlisinin veya idarenin tazminatla sorumlu tutulması söz konusu olamaz. Az önce belirtildiği gibi içtihatların birleştirilmesine konu olayın dayanağı, Anayasanın 132 ve Borçlar Kanununun 41 ve ondan sonra gelen maddeleri olduğu için idari işlemin hukuka uygun olup olmadığı üzerinde durulmasına ve iptal davası sonucunun beklenmesine gerek yoktur.

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için örneklerle durumun açıklanması yararı görülmüştür. Örneğin bir memur görevinden alınmış veya emekliye sevk edilmiştir. Bu idari işleme karşı yargı yoluna başvurmuş ve Danıştay’dan yürütmenin durdurulması kararı almıştır. İdare kararı uygulamamıştır. Şayet karar gereği yerine getirilseydi bu memur görevine dönecek, maaş ve diğer istihkaklarını alacak, fiilen çalışmış ve yaptığı tüm işlemler idare hukuku esaslarına göre geçerli bulunmuş olduğundan, açtığı iptal davası sonunda reddedilse bile bu maaş ve istihkakları kendisinden geri alınmayacaktı. Bu örnekte görüldüğü gibi yürütmenin durdurulması kararının uygulanmaması nedeniyle memurun zarara uğrayacağı açıktır. Yine, bir ticarethanenin belediye mevzuatına uymadığı gerekçesiyle ruhsatının iptal edilerek mühürlendiğini, ticarethane sahibinin Danıştay’da iptal davası açarak yürütmenin durdurulması kararı aldığını, fakat yetkili belediye ajanının bu kararı uygulamadığını düşünelim. Ticarethane sahibi kararı uygulamayan kamu görevlisine karşı açtığı davada ticarethanenin belirli bir süre kapalı kalması sonucu zarara uğradığını ileri sürmüş ve bu iddiasını da ispat etmiştir. Bu örnekte de ticarethane sahibinin zararı açıktır. İptal davasının ileride reddedilmesi yürütmenin durdurulması kararının uygulanmamasından doğan bu zararın ödetilmesine engel değildir.

Yukarıda da anlaşıldığı üzere yürütmenin durdurulması kararının uygulanmaması suç teşkil etmektedir. Suç teşkil eden bir olayda haksız eylemin koşullarından olan hukuka aykırılık ve kusurun bulunduğunda kuşku yoktur. Zarar varsa, eylem ile zarar arasında illiyet bağının da varlığını kabul etmek gerekir. Onun için olayda haksız eylemin koşullarından hukuka aykırılık, kusur ve illiyet bağı üzerinde durulmasına gerek bulunmamaktadır. Üzerinde durulacak yön zarar unsurudur. Verilen örneklerde görüldüğü gibi haksız eylemin zarar unsuru da gerçekleşmiş ve böylece haksız eylem nedeniyle tazmin borcu doğmuştur.

Maddi tazminat borcunun doğması için nasıl Borçlar Kanununun 41’inci maddesindeki unsurların varlığı aranıyorsa, manevi tazminat için de aynı Kanunun 49’uncu maddesindeki unsurların gerçekleşmesi şarttır. Davacı hukuka aykırı olduğuna inandığı bir işleme karşı yargı yoluna başvurmuş ve Danıştay’dan “yürütmenin durdurulması” kararı almıştır. Bu kararın uygulanarak önceki hukuki durumun geri gelmesini beklemesi hukuka inanan kişinin en doğal hakkıdır. Bu kararın uygulanmaması nedeniyle kuşkusuz davacı manevi üzüntü de duyacaktır. Ancak, her manevi üzüntü tazminatı gerektirmez. Onun için manevi tazminat hükmedilip edilmeyeceği, hükmedilecekse tazminat tutarının tayini olayına göre değişecektir. Şu halde yürütmenin durdurulması kararını uygulamayan kamu görevlisinin maddi tazminatla sorumlu tutulabilmesi için ilgilinin bundan bir zarar görmüş olması ve manevi tazminatta ise kişisel menfaatlerin ağır surette haleldar olmuş bulunması gerekir ve bu durumda iptal davası sonucunun beklenmesine gerek yoktur.

Yürütmenin durdurulması kararını yerine getirmeyen kişiler hakkında açılan kamu davalarında, ceza mahkemeleri kararın yalnızca uygulanmamasını suç saymakta ve iptal davası sonucunun suçun oluşmasında bir etkisi olmadığı kabul edilmektedir. İptal davasının reddedilmesi ve böylece yapılan idari işlemin hukuka uygunluğunun gerçekleşmesi mahkumiyet kararı verilmesine engel teşkil etmemekte ve şayet zarar varsa, T.C.K.37’nci maddesi hükmü uyarınca bu zararın ödetilmesi de doğal bulunmaktadır. Ceza Mahkemeleri, kararı yerine getirmeyen kişiler hakkında gerektiğinde hürriyeti bağlayıcı ceza uygulamakta ve zararı ödetmeleri de zorunlu bulunmakta iken, hukuk mahkemelerinin hürriyeti bağlayıcı cezadan daha hafif olan tazminata hükmedebilmeleri için iptal davası sonucunu beklemeleri bir çelişki olur. Bu itibarla içtihatların iptal davasının tazminat davası için bekletici sorun sayılmaması gerektiği yolunda birleştirilmesi, ceza mahkemelerinin tatbikatına da uygun düşecektir.

2- Yürütmenin durdurulması kararlarının verilmesinden önce teminat istenmesi, iptal davasının reddi halinde idarenin uğraması muhtemel zararların bu teminattan alınmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Ancak, iptal davasının reddi halinde bu davanın açılmasından dolayı idare her zaman zarara uğramaz. Zararın gerçekleşmediği durumlar da olabilir. Örneğin bir vergi davasının reddi halinde, bu davadan dolayı verginin geç ödenmesi nedeniyle gerçekleşecek faiz gibi zararlar bu teminattan alınabilir. Bir memur davasında ise yürütmenin durdurulması kararının uygulanması üzerine görevine dönerek çalışan bir memurun aldığı maaş ve istihkakları yaptığı hizmetin karşılığı olduğu ve bu nedenle kendisinden geri alınamayacağı için idarenin yaptığı ödemelerin bu teminattan alınması söz konusu değildir. O halde teminat alınmasının da iptal davasının bekletici sorun yapılması için bir dayanak sayılması mümkün bulunmamaktadır.

3- Yukarıda gösterilen örneklerde belirtildiği gibi yürütmenin durdurulması kararının yerine getirilmesi nedeniyle davacının mal varlığında idare aleyhine bir haksız zenginleşmeden söz edilemez. Şu halde idarenin bu yüzden maddi kaybı olmayacaktır. Aksine bazı hallerde kararın uygulanmaması idarenin zararına yol açabilir. Şöyle ki, idare, görevden aldığı memur yerine bir başkasını görevlendirecek ona çalışması karşılığı belli bir ücret ödeyecek, görevden alınan memur sonunda iptal davasını kazandığı takdirde ona da ücreti karşılığını tazminat olarak ödeyecektir. Bu suretle idare bir ücret yerine iki kez ödemede bulunacağı için zarara uğrayacaktır.

4- Danıştay bir yüksek idare mahkemesidir. İdare hukuku esaslarını uygular. Adliye mahkemeleri ise olayları özel hukuk hükümlerine göre çözümler. Nitekim içtihadı birleştirme konusu olayda, mahkemeler olayın özelliği itibariyle idare hukuku esaslarından yararlanmakla beraber, uyuşmazlıkların çözümünde özel hukuk hükümlerini esas almak durumundadırlar. Bu nedenle ve esasen her birinin kanunla belli edilen görev alanları ayrı bulunduğundan, idare mahkemelerinin verdikleri kararların adliye mahkemelerini, adliye mahkemelerinin verdikleri kararların da idare mahkemelerini etkileyici bir niteliği yoktur. Ancak, azınlık görüşünün gerekçesinde Danıştay Beşinci Dairesinin 03.12.1969 günlü bir kararına dayanıldığından bu yön üzerinde durulmuştur.

Azınlığın görüşüne dayanak yaptığı bu kararda “Danıştay Kanununun 71’inci maddesine dayanılarak açılan tazminat davasında idari tasarrufun tesisinden iptale kadar geçecek zamana ait ademi infazdan doğacak maddi ve manevi tazminatları kapsayacağı cihetle ayrıca yürütmenin durdurulması yolundaki en geç dava sonuna kadar devam edecek olan kararın uygulanmaması sebebiyle ayrıca bir tazminat davasını mevzuatımız öngörmemiştir. Bu sebeplerle dayanaksız davanın reddine” denilmiştir. Bu karar oyçokluğu ile verilmiş, iki muhalif üye yürütmenin durdurulması kararının yerine getirilmemesi nedeniyle davacının uğradığı zararın ödetilmesi gerektiği yolunda düşünce belirtmişlerdir. Görülüyor ki, Danıştay Beşinci Dairesinin çoğunluk görüşü yürütmenin durdurulması kararının yerine getirilmemesinden dolayı bir tazminat davası açılamayacağını öngörmektedir. Oysa Yargıtay böyle bir davanın açılabileceğini kabul etmekte, ancak zararın ne zaman gerçekleşeceği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. O halde Danıştay Beşinci Dairesinin bu kararı iptal davasının, tazminat davası için bekletici sorun yapılmasına ilişkin görüşü destekler nitelikte değildir. Kaldı ki Danıştay Beşinci Dairesi sonradan görüşünü değiştirmiş ve 28.11.1978 gün, Esas 1976/5291, Karar 1978/3368; 12.02.1979 gün ve Esas 1976/7508, Karar 1979/233; 26.02.1979 gün ve Esas 1977/1243, Karar 1979/448 sayılı ilamlarında yürütmenin durdurulması kararının uygulanmaması nedeniyle idare aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açılabileceğini kabul etmiş ve tazminat hükmetmiştir. Bu durumda Danıştay Beşinci Dairesi kararının da bekletici sorun için dayanak yapılması mümkün bulunmamaktadır.

Bu gerekçe ve düşüncelere dayanılarak iptal davası sonucunun beklenmesine gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.

Sonuç 1- Danıştay’ca verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının yalnızca uygulanmamasının bu kararları uygulamayan kamu görevlilerinin tazminatla sorumlu tutulması için yeterli olduğuna, sorumluluk için ayrıca, kin, garaz, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket etmelerinin araştırılmasına gerek olmadığına, 24.09.1979 günlü toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla,

Sonuç 2- Yürütmenin durdurulması kararını yerine getirmeyen kamu görevlisinin hukuki sorumluluğu yönüne gidilebilmesi için, ilgilinin açmış olduğu iptal davası sonucunun beklenmesine gerek olmadığına, ilk toplantıda 2/3 çoğunluk sağlanamadığından 22.10.1979 günlü toplantıda çoğunlukla karar verildi.
Yargıtay, İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurul Kararı T.22.10.1979; E.1978/7;K.1979/2 Resmi Gazete, 29.11.1979/16824, s.56-67.

Herhangi bir yargı kararını yerine getirmeyen görevli Anayasanın 129’uncu maddesi ve 657 sayılı yasanın 13’üncü maddesi ile getirilen korumadan yararlanamaz. Yargı kararının bir amirin emri ile yerine getirilmemesi de kabul görmemelidir. Zira yine Anayasaya göre konusu suç teşkil eden bir emrin uygulanması mümkün değildir. Bu emri uygulayan kamu görevlisi de sorumluluktan kurtulamaz. Buna karşın gerek Anayasanın 129’uncu maddesi gerekse 657 sayılı yasanın 13’üncü maddesi gereğince, mahkeme kararının yerine getirilmemesinden dolayı idare aleyhine de dava açılması mümkündür. Zira, personelin kişisel sorumluluğu idarenin sorumluluğunu büsbütün ortadan kaldırmaz.

Yargı kararını yerine getirmeyen kamu personelinin bunu kasten yapıp yapmadığını tespit etmek güç olabilir. Ancak, belli karinelerin varlığı halinde kastın varlığı da kabul edilmiştir.

KARAR SIRA NO : 48 Yargı Kararının Yerine Getirilmemesinde Kasıt
Bir yargı kararının yerine getirilmemesinde kastın belirlenmesi, bir sorun olarak ortaya çıkabilir. Ancak Anayasa buyruğu olarak yerine getirmekle yükümlü olan kamu görevlisinden “yerine getirme açıkça istendiği halde” yasal süre içinde getirilmemesi durumunda kastın varlığı kural olarak benimsenmelidir.
Yargıtay; 4.HD.; T.13.05.1986; E.1985/4064

İdari yargı kararlarının yerine getirilmemesi nedeniyle, yeniden dava açılır ve dava sonunda idare bir tazminat ödemekle yükümlü tutulursa bu zarar için yargı kararını uygulamaktan imtina ederek tazminat ödenmesine sebep olan personele rücu etmek gerekecektir. Bu durum Danıştay’ca verilen ve tazminata hükmedilen kararlarda açıkça yazılmaktadır.

1.1.5.Hizmet Kusurunun Kapsamında Genişleme
Zaman içerisinde, hizmet kusuru kavramı, kişisel kusur kavramına nazaran genişlemiştir. Özellikle Anayasanın 129’uncu maddesi hükmünün gerek Uyuşmazlık Mahkemesi gerekse Danıştay ve Yargıtay tarafından hizmet kusuru lehine geniş yorumlanması bu yaklaşımda etkili olmuştur. Böyle bir genişlemenin olduğu şeklindeki mülahazalar anılan yargı kuruluşlarının karar metinlerine dahi girmiştir. Hatta 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun motorlu araçların trafik kurallarına ve gereklerine aykırı davranışları sonucunda meydana gelen zararlara ilişkin sorumluluğu düzenleyen 85, 90 ve 106’ncı maddelerine göre bu tür zararlar adli yargı yerinde görülmesi gerekmekte ve devlete ait araçlarla özel kişilere ait araçlar arasında bu konuda bir ayrım yapılmamış olmakta iken son zamanlarda kamuya ait araçlarla yapılan kazalar sonucu verilen zararların tazmini hususunda idari yargının görevli olduğu belirtilmektedir. Bu konuda örnek iki karar aşağıya alınmıştır.

KARAR SIRA NO : 49 Trafik Kazalarında Özel Hukukun Geçerliliği
Dava, Hasanoğlan Belediyesinde itfaiye eri olarak görev yapan davacının, yangın mahalline intikal eden itfaiye aracının devrilmesi nedeniyle meydana gelen trafik kazası sonucunda uğradığı zararın idarece tazminine hükmedilmesi isteminden ibarettir.

Dosya içeriğinden, Hasanoğlan Belediyesine ait itfaiye aracının, 4.11.1994 gününde yangın mahalline intikal ederken karayolu üzerinde devrildiği; araç şoförünün, hakkında açılan kamu davasında 8/8 oranında kusurlu bulunduğu; aynı araçta itfaiye eri olarak görevli bulunan davacının hayati tehlikeye maruz kalacak şekilde yaralandığı ve bu nedenle, vücut gücünü %100 oranında kaybederek sürekli iş göremez durumunda sakat kaldığının Adli Tıp kurumu raporu ile belirlendiği; davacı tarafından araç şoförü ve Belediye Başkanlığına karşı adli yargı yerinde açılan kısmi tazminat davasında yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda, uğranılan zararın ....... TL. olduğunun saptanması üzerine, fazlaya ilişkin bulunan, ... lira maddi zararın idarece tazmin edilmesi istemiyle uyuşmazlık konusu ek davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

KAMU GÖREVLİSİNİN BULUNDUĞU KAMU ARACININ GÖREV YERİNE İNTİKALİ SIRASINDA KARAYOLU ÜZERİNDE DEVRİLMESİ SONUCU SAKATLANMASI NEDENİYLE UĞRADIĞI ZARARIN İDARECE TAZMİNİ İSTEMİNE İLİŞKİN BULUNAN DAVANIN, İDARE İLE PERSONELİ ARASINDAKİ İDARE HUKUKU İLİŞKİSİ NEDENİYLE İDARE HUKUKU İLKELERİNE GÖRE ÇÖZÜMLENMESİ GEREKTİĞİ DÜŞÜNÜLEBİLİR İSE DE; TAZMİNATIN KONUSU OLAN ZARARI DOĞURAN OLAYIN BİR TRAFİK KAZASI OLMASINA GÖRE, GÖREVLİ YARGI YERİNİN BELİRLENEBİLMESİ İÇİN, KONUYA İLİŞKİN ÖZEL DÜZENLEMELER İÇEREN 2918 SAYILI KARAYOLLARI TRAFİK KANUNUNUN İLGİLİ HÜKÜMLERİNİN İNCELENMESİ GEREKİR.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85’inci maddesinin, değişik birinci fıkrasında “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zararlardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar” ve değişik 5’inci fıkrasında “işleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur” hükümlerini taşımakta, bu bölümün sonunda yer alan 90’ıncı maddesinde, “maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile tazminat konularında Borçlar kanununun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır” denilmekte, aynı kısmın “özel durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen 106’ncı maddesinde ise “Genel Bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır” hükmüne yer verilmektedir.

Anılan hükümlerin incelenmesinden, 106’ncı maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının sahip oldukları motorlu araçların sebep olduğu zararlardan dolayı idare hukuku kurallarına değil, bu yasada düzenlenen “işleten ve araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu” çerçevesinde Borçlar Kanununun haksız fiillere ilişkin hükümlerine tabi kılındığı; bu suretle 2918 sayılı Yasada, motorlu aracın işletilmesinden doğan zararların tazmini konusunda, motorlu aracın sahibinin özel ya da kamu tüzel kişisi olması bakımından bir farklılık gözetilmeyerek işaret edilen kamu kurum ve kuruluşlarının da özel hukuk tüzel kişileri gibi aynı esaslara göre sorumlu olduklarının kabul edildiği anlaşılmaktadır.

2918 sayılı yasanın anılan açık hükümleri karşısında, kamu idaresine ait motorlu aracın neden olduğu zararların tazmini istemiyle açılan davanın, işletenin hukuki sorumluluğu çerçevesinde özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği açıktır.
Uyuşmazlık Mahk., Hukuk B. T.21.06.1999; E.1999/13;K.1999/21

KARAR SIRA NO : 50 Risk İlkesine Göre İdarenin Sorumluluğu
Dava, polis panzerinin çarpması nedeniyle ölen kişinin mirasçıları tarafından, destekten yoksunluk karşılığı maddi ve manevi tazminatın davalı idareden tahsiline hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Olayda, emniyet kuvvetlerince, genel güvenlik ve düzenin sağlanması şeklindeki görevin yerine getirilmesi amacıyla, vaki kargaşaya yapılan müdahalede görevlilere güç ve koruma sağlayan polis panzerinin, hizmete özgü araç ve gereç olarak kullanılması sırasında doğan zararın, panzerin motorlu araç olduğundan hareketle, bir trafik olayından kaynaklandığından söz etmek olanaksızdır.

Anayasanın 125’inci maddesinin son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralına yer verilmiştir.

Anılan Anayasa hükmü gereğince, idarenin sorumluluğunun belirlenmesinde esas alınan HİZMET KUSURUNUN YANISIRA, DEĞİŞEN VE GELİŞEN TOPLUMSAL İHTİYAÇLARA BAĞLI OLARAK BU HÜKÜM GENİŞ YORUMLANMAK SURETİYLE, KAMU GÖREVLİLERİNİN KİŞİSEL KUSUR-LARININ VE HATTA ÜÇÜNCÜ KİŞİLERİN EYLEMLERİNİN DOĞURDUĞU ZARARLARDAN DOLAYI, İDARENİN KUSURSUZ SORUMLULUK İLKESİNE GÖRE SORUMLU OLDUĞU YERLEŞİK YARGISAL İÇTİHATLARLA KABUL GÖRMÜŞ BULUNMAKTADIR.

Bu kabul, idarenin yürüttüğü kimi hizmetlerin kuruluş ve işleyişinde risk taşıması nedeniyle, olayımızda olduğu gibi, özellikle kitle hareketlerinden doğan kargaşa ve saldırıların yol açtığı zararların, onların doğumunda hiç bir kusuru olmayan gerek hizmeti yürüten kamu görevlisinin gerekse hizmetten yararlananların ya da üçüncü kişilerin omuzlarında bırakılmasının hakkaniyete uygun olmayacağı ve bunun “Sosyal Devlet” ilkesinin gereği olduğu düşüncesine dayanmaktadır.

Bu durumda, kamu hizmetinin kuruluş ve işleyişinden doğan zararların idarece giderilmesini amaçlayan ve bu haliyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının, yukarıda belirtilen idare hukuku ilkelerine göre çözümlenmesinde idari yargı yeri görevli bulunmaktadır.
Uyuşmazlık Mahk., Hukuk Böl. T.28.12.1998; E.1998/65; K.1998/69
Resmi Gazete, Tarih, 5 Şubat 1999; S.23602.

1.2.Maddi Hüküm-Şekli Hüküm Ayrımı
Hukukta şekli hüküm, bir hukuki işlemin hangi prosedüre bağlı olarak yapılacağını gösteren kurallar bütünüdür. Bu bağlamda VUK’nun çoğu hükümleri şekli hüküm niteliğindedir. Buna karşın Gelir Vergisi Kanunu çoğunlukla maddi kurullar içeren maddeleri ihtiva etmektedir.

657 sayılı Yasanın 12’nci maddesi, kamu personelinin idareye karşı mali sorumluluğunu genel olarak düzenlemekte; 13’üncü madde ise üçüncü kişilerin kamu hukukuna tabi görevleri ile ilgili olarak uğradıkları zararlardan ötürü idareye karşı dava haklarından söz etmektedir. Bu içeriklerine göre 12’nci madde maddi hüküm, 13’üncü madde ise şekli hüküm niteliğindedir. Bunun yanında 13’üncü maddenin “Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır” hükmü, genel hükümlere yapılan yollama bakımından kısmen maddi kural niteliğindedir.

1.3. Mali Sorumluluk Cezai Sorumluluk Ayrımı
Mali sorumluluğun sonuçta zarar görenin zararının giderilmesi amacına yönelmesine karşın cezai sorumlulukta kişi genellikle hürriyeti bağlayıcı bir müeyyide ile karşı karşıya kalmaktadır. Türkiye’de memur ve hizmetlilerin görevleri sırasında veya dolayısıyla yaptıkları işlem ve eylemlerinden doğan cezai sorumlulukları öteden beri idari makamların muhakemeyi lüzum görmelerine ya da bir üst amirin iznine bağlı kılınmışken mali sorumluluk konusunda böyle bir engelleme ve sınırlama söz konusu değildir. Mali sorumlulukla ilgili işlemler genel hükümlere göre serbestçe yürütülmektedir.

Yukarıdaki kısa izahtan da anlaşılacağı üzere kamu personelinin mali sorumluluğunu İdareye Karşı Mali Sorumluluk ve İdare Edilenlere Karşı Mali Sorumluluk başlıkları altında incelemek gerekecektir.


(57) İçtihadı Birleştirme Kararına karşı yazılan azınlık görüşü için bkz. R.G. 29.11.19797/16824, s.63-67.
(58) İdarenin kusursuz sorumluluğu temelde, Hasar İlkesi ya da Kamu Külfetleri Karşısında Eşitlik İlkesine dayandırılmaktadır. Bunlardan hasar ilkesine göre, hasar ya da risk (muhatara) kavramı yönetimin tehlikeli bir etkinliğinin ya da kuruluşunun varlığını gösterir. Hasar ilkesinde, yönetimin davranışı ile zararlı sonuç arasında “illiyet” bağının bulunması yeterlidir; ayrıca kusur aramaya gerek yoktur. Yönetim kusursuz olduğunu kanıtlasa bile sorumluluktan kurtulamaz. Danıştay, cephaneliğin patlaması, askeri uçağın düşmesi, lokomotifin saçtığı kıvılcımın yangına yol açması, helikopterin veya hücumbotun patlaması gibi tehlikeli işlerden doğan zararların risk esasına göre yönetimce karşılanmasına karar vermiştir. (Geniş Bilgi İçin Bkz. GÖZÜBÜYÜK; Yönetsel Yargı, Turhan Kitabevi, Ank.1998, s.333-346.)
(59) DURAN, a.g.e., s.9.
(60) Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat yürürlükte iken memur hakkında cezai takibat yapılabilmesi ancak İl İdare Kurulunun “lüzumu muhakeme kararı” vermesine bağlı idi.
(61) Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat’ı yürürlükten kaldıran 4483 sayılı “Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun” gereğince memur hakkında cezai takibat yapılabilmesi anılan Kanunun 3’üncü maddesinde sıralanan amirlerin iznine bağlı kılınmıştır

No comments: